Sosyal medya platformlarının ifade özgürlüğü, içerik düzenlemesi ve yapay zekayı kullanma şekli, modern dijital dünyayı yeniden şekillendiriyor. Elon Musk’ın X (eski Twitter) üzerindeki radikal değişikliklerinin ardından, şimdi de Mark Zuckerberg, Meta için benzer bir yönelim sergiliyor. Ancak bu değişiklikler, gerçekten ifade özgürlüğünü mü savunuyor, yoksa yeni bir tarafsızlık anlayışını mı dayatıyor? Dahası, teknolojinin hızla evrildiği bu dönemde; gerçeklik, etik ve tarafsızlık kavramlarını yeniden nasıl değerlendirmeliyiz?
“Hakikatin izinde: Sosyal medya ve felsefenin çağrısı”
Felsefeyi yeniden düşünmek zorundayız. İçinde bulunduğumuz post-truth (hakikat ötesi) dönemde, doğrunun ve yanlışın sınırlarının giderek muğlaklaştığı bir gerçek. Peki, hakikatle yanılsamayı nasıl ayırt edeceğiz? Felsefeciler, her zaman net cevaplar vermeseler de, insanlık için bir rehber oldular. Ancak günümüzün hızla değişen bu kaotik çağında, bazı temel kavramları yeniden sorgulamak ve derinlemesine düşünmek her zamankinden daha önemli.
Bu sorular yalnızca entelektüel bir egzersiz değil; kararlarımızın toplumu nasıl şekillendirdiğini anlamak için de bir gereklilik. Çünkü alınan kararlar, kültürü; kültür ise politikaları belirler. Politikalar, haklarımızı ve özgürlüklerimizi koruyan çerçeveyi oluşturur. Bugün, sosyal medyada yaşanan bu küresel krizden yola çıkarak doğru soruları sormak ve bu çağın gerektirdiği şekilde yeniden felsefe yapmak zorundayız. Bu yazıda, hep birlikte bu krizin bize dayattığı büyük sorulara odaklanalım.
Musk ve tarafsızlık iddiası
Elon Musk, X’in başına geçtiğinde platformun “woke” bir yer olduğunu söyleyerek, sol görüşlülerin sağ görüşlüleri bastırdığı bir düzeni değiştireceğini vaat etmişti. Ancak bu vaatlerin ne kadar tarafsız bir zemine oturduğu ciddi bir tartışma konusu. Sağ görüşlü içeriklerin algoritmalar tarafından daha fazla desteklendiğini, hatta provokatif olabilecek içeriklerin bile platformda daha görünür hale geldiğini görmek mümkün. Öte yandan, sol görüşlü kullanıcıların etkileşimlerindeki düşüş, bu “tarafsızlık” iddiasını sorgulamamıza neden oluyor.
Bu noktada, Hannah Arendt’in “hakikatin politikası” kavramını düşünmek yerinde olur. Arendt, hakikatin çoğu zaman güç ilişkileri tarafından biçimlendirildiğini savunur. Musk’ın ifade özgürlüğü iddiasıyla hareket etmesi, aslında hangi hakikatlerin daha fazla görünür kılınacağını belirleyen bir güç uygulamasıdır. Bu, ifade özgürlüğünün gerçek anlamda tarafsız mı, yoksa bir araç olarak mı kullanıldığını tartışmaya açar. Hakikatin politik bir silaha dönüşmesi, platformların toplumsal sorumluluğunu nasıl yerine getireceği sorusunu beraberinde getirir.
Zuckerberg ve Meta’nın yeni yönelimi
Mark Zuckerberg, teyit ekiplerini kaldırarak, bunun yerine “Topluluk Notları” sistemini devreye sokmayı planlıyor. Ancak topluluk odaklı bu sistemin bilgi kirliliğini azaltıp azaltamayacağı meçhul. Bunun yanı sıra, göç ve cinsiyet gibi konulardaki kısıtlamaların kaldırılması, ifade özgürlüğünü artırma amacı taşısa da, bu durumun ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi sorunların önünü açabileceğine dair haklı endişeler yaratıyor. Bu noktada, ifade özgürlüğü ile toplumsal sorumluluk arasındaki dengeyi bulmak gerekiyor.
John Stuart Mill, Özgürlük Üzerine adlı eserinde ifade özgürlüğünün önemine vurgu yaparken, özgürlüğün başkalarının haklarını ihlal etmediği sürece anlamlı olduğunu savunur. Zuckerberg’ün platformunda ifade özgürlüğünü genişletme çabaları, Mill’in bu bakış açısıyla uyumlu mu? Daha fazla özgürlük sağlanırken, platformda ortaya çıkabilecek nefret söylemlerinin yaratacağı zarar göz ardı mı ediliyor?
Kafes dövüşünün kazananı: Elon Musk!
Mark Zuckerberg’ün Meta üzerinde yaptığı açıklamalar, yalnızca platformun içerik politikalarını değil, aynı zamanda kendisinin siyasi ve ideolojik konumunu da yeniden değerlendirtti. ABD seçimleri sonrasında, Zuckerberg’ün söylemlerinde ve kararlarında belirgin bir değişiklik olduğu fark ediliyor. Teyit ekiplerini kaldırma, göç ve cinsiyet gibi konulardaki kısıtlamaları gevşetme ve “Trump ile omuz omuza sansüre karşı mücadele” söylemi, bu değişikliğin açık göstergeleri.
Ancak bu değişikliklerin zamanlaması, Zuckerberg’ün tarafsızlık iddiasını ciddi biçimde sorgulatıyor. Bir noktada “woke” kültüre yakın politikalar izleyen Meta, şimdi tam tersi bir çizgiye mi evriliyor? Dahası, bu değişikliklerin, seçim sonrası siyasi rüzgârları takip etme amacı taşıdığı izlenimi, platformun uzun vadeli güvenirliğini zedeleyebilir.
Yapay zeka ve dezenformasyon ikilisi: Gelecekte bizi ne bekliyor?
Yapay zeka destekli sahte içerikler (deepfake videolar, sahte haberler ve manipülatif metinler), dijital ekosistemi tehdit eden en büyük unsurlardan biri haline geldi. Bu teknolojiler, bilgi kirliliğini yalnızca artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bireylerin gerçeklik algısını da zedeliyor.
Jean Baudrillard’ın Simulacra ve Simülasyon kavramı, bu durumu anlamamız için önemli bir çerçeve sunuyor. Baudrillard, simülasyonun gerçeklikle olan bağını kopardığını ve artık kendi başına bir gerçeklik olarak var olduğunu savunur. Yapay zeka tarafından üretilen sahte içerikler, tam da bu kopuşu temsil ediyor. Gerçek ile sahte arasındaki ayrım giderek silikleşiyor ve insanlar artık neye güveneceklerini bilemiyor. Peki, bu durumda “gerçek” nasıl korunabilir?
Teknoloji devlerinin rolü: Yapay zeka ve etik sınırlar
Meta ve X gibi teknoloji devleri, yapay zekanın gücünü kontrolsüz bir şekilde kullanarak toplumu yeniden şekillendiriyor. Ancak bu şirketler, etik sınırları belirlemede ne kadar başarılı?
Immanuel Kant’ın etik üzerine geliştirdiği “kategorik imperatif” ilkesi, burada değerlendirilebilir. Kant’a göre, bir eylem yalnızca evrensel olarak uygulanabilir bir ilke haline gelebiliyorsa ahlaki olarak kabul edilebilir. Ancak platformların, ekonomik çıkarlar veya ideolojik eğilimler doğrultusunda hareket etmesi, bu evrensellik ilkesine aykırı görünüyor. Yapay zekayı yönlendiren algoritmalar, belirli bir grubun çıkarlarına hizmet ettiğinde, bu araçların toplum için etik bir fayda sağladığını söylemek zor.
Bu noktada, şu soruları sormak gerekiyor:
- Gerçeklik ve hakikat, yapay zeka çağında nasıl tanımlanmalı?
- İfade özgürlüğü, bireysel haklar ile toplumsal sorumluluk arasında nasıl dengelenebilir?
- Platformlar, kendi ekonomik ve ideolojik çıkarlarını aşarak gerçekten tarafsız bir ortam yaratabilir mi?
Bu sorular, yalnızca Musk ve Zuckerberg’in kararlarını değil, aynı zamanda içinde bulunduğumuz dijital çağın temel dinamiklerini sorgulamamıza neden oluyor. Hakikatin parçalandığı bir dünyada, teknoloji devlerinin kararları yalnızca bireysel kullanıcıları değil, tüm toplumu etkiliyor. Tarafsızlık iddialarının bu bağlamda nasıl bir anlam taşıdığı, geleceğin en önemli tartışma alanlarından biri olmaya devam edecek.
Buna da göz atın: Yapay zeka ile sanatın dansı: Geçmişin aura’sından geleceğin algoritmalarına