1943’ün Şubat ayında, II. Dünya Savaşı’nın karanlık günlerinde Stalingrad’da dengelerin değiştiği bir zafer ilan edilmişti. Milyonlarca insanın hayatını yitirdiği bu kanlı savaş, insanlığın özgürlük, anlam ve varoluş kavramlarını yeniden masaya yatırdı. Aynı yıl yayımlanan Jean-Paul Sartre’ın Varlık ve Hiçlik adlı eseri; bireyin özgürlüğü, bilinci ve dünyayla kurduğu ilişkinin yapı taşlarını tekrar tanımlamaya niyet etti. Bu çalkantılı dönemde Sartre, “kendinde varlık” ve “kendi için varlık” ayrımlarıyla insan bilincine dair çarpıcı bir çerçeve önerme cesaretini gösterdi.
Sartre’a göre “kendi için varlık” veya insan bilinci, dünyayı olduğu haliyle kabul edemez. Onu sürekli “hiçleyerek” yeniden inşa etmek zorundadır. Hiçlik, bilincin kendisini çevresindeki varlıklardan ayırma ve onlara dışarıdan bakabilme yeteneğini de içerir. “Hiçlik,” bilincin kendine has bir boşluk yaratmasıdır; bu boşluk; insanın nesnelerle, durumlarla ve hatta kendi varlığıyla arasında bir mesafe koymasını sağlar.
Tam bu noktada özgürlük devreye girer. İnsan, bu “hiçlik” sayesinde var olanı reddedebilir, değiştirebilir ve kendi seçimleri doğrultusunda yeniden anlamlandırılabilir. Seçim, özgürlüktür. Ancak bu özgürlük bir ayrıcalık değil, kaçınılmaz bir kaderdir. Sartre’a göre insan özgürlüğe mahkumdur. İnsan bilinci, bu yüzden hiçbir zaman tamamen sabit veya edilgen değildir; her an bir seçim yapma ve bu seçimle dünyayı değiştirme zorunluluğunu bünyesinde hisseder.
Sartre’ın ortaya koyduğu varoluşçu sorular çağımızın en çarpıcı teknolojik sıçraması olan yapay zeka nezdinde tekrardan tartışılmaya değerdir. İnsanın dünyayı anlamlandırma ve yorumlama sürecini “taklit eden” yapay zeka, tıpkı bir insan bilinci gibi “kendi için varlık” aşamasına erişebilir mi? Yoksa yalnızca “kendinde varlık” düzeyinde bir makine olarak mı kalır?
Betimleme: Yapay zekanın gücü
Sartre’ın kuramsal çerçevesine göre betimleme, bir nesneyi ya da olayı yalnızca olduğu haliyle tanımlama sürecidir. Bu aşamada derin sembolik anlamlandırmaya, öznel duygulanımlara veya yaratıcı bir yoruma başvurulmaz; nesne neyse odur. Örneğin, bir yağlı boya tabloya baktığınızda, tuval üzerinde gördüğünüz şekli “nehir” olarak adlandırırsınız. Aslında, ortada yalnızca boyalar ve bir yüzey vardır, ancak sembolik düzen içerisinde bu görsel bize “nehir” olarak sunulur. Sembolün “boğazını sıkmadan” yaptığımız bu saf tercüme eylemi, betimlemenin özüdür.
Tam da bu nedenle betimleme, yapay zekanın hâlihazırda insana üstünlük sağladığı bir yetenektir. Karmaşık veri setlerini işleyerek görsel tanıma, metin analizi gibi görevleri insan bilincine kıyasla çok daha hızlı ve etkili bir biçimde yerine getiren yapay zeka; bir resmin renk paletini, bir şiirin metrik yapısını veya bir tablonun geometrik kompozisyonunu oldukça hassas şekilde çözümler. Örneğin, bir şiirdeki kelime frekansını, kafiye örüntüsünü veya ritmi milimetrik bir doğrulukla çıkarabilir. Bu sayede yapay zeka, insan gözünden kaçabilecek yapısal detayları bile kesin bir doğrulukla ortaya serebilir.
Ancak betimleme, tek başınayken anlamı bütünüyle kavramaya yetmez. Tıpkı Sartre’ın vurguladığı gibi, betimleme bir ilk adım olsa da öznel deneyimi, duyguyu veya tarihsel bağlamı içermez. Örneğin, yapay zeka bir tablodaki renkleri, kullanılan tekniği ya da malzemeyi tanımlayabilir, ancak sanatçının yaşadığı dönemin toplumsal çalkantılarını, sanatçının içsel yolculuğunu ya da izleyici üzerindeki duygusal etkiyi “hissetmez.” Başka bir deyişle, betimleme aşaması, anlamın derinliklerine inmek için yeterli değildir.
Yorumlama: AI’nın derinlik eksikliği
Sartre’a göre yorumlama, betimlemenin ötesine geçer. İnsanın özgür bilinci, sembollerle kurulan bağları deşifre ederek anlam katmanlarını keşfeder. Bu süreçte nesneler, olaylar ve metinler yalnızca “görünenin” ötesinde, insanın öznel bir ilişki kurarak anlamlandırdığı yapılara dönüşür.
Yapay zekanın yorumlama kapasitesi, eğitim aldığı verilerle sınırlandırılmıştır. Bir şiiri betimleyebilir; ama şiirin tarihsel, felsefi veya duygusal katmanlarını anlamlandırmakta zorlanır. Metaforların çok katmanlı anlamını çözme, yazarın hayatındaki dönüm noktalarını anlama veya bir dönem eserinin arka planındaki kültürel kodları deşifre etme… Tüm bunlar insan zihninin geçmiş deneyim, duygusal zeka, empati ve bireysel özgürlükle harmanladığı karmaşık bir süreçtir. Tabii insan sayısı kadar bilinç, bilinç sayısı kadar öznel yorum vardır.
İnsan yaşanmış deneyimlerin, duyguların ve kişisel tarihinin süzgecinden geçirdiği bir yorumlama sürecine sahiptir. Yapay zeka ise bu öznel mirastan yoksundur. Dolayısıyla bir sanat eserindeki metaforları “tanımlayabilir” fakat bu metaforun sanatçı için taşıdığı derin anlamı veya izleyicide yarattığı duygusal dalgalanmayı tam anlamıyla içselleştiremez.
İnsan, AI ve Sartre: Özgürlük ve yorumlama
İnsan, var olduğu an itibarıyla kendini sabit anlamların belirlediği bir dünyada bulmaz. Dünya sürekli akış halindedir, anlamlar sabitlenemez; yaşanan her deneyim, yapılan her seçim yeni bir yoruma ihtiyaç duyar.
Bu durum, insanın yalnızca “olanı” betimlemekle yetinemeyeceği anlamına gelir. Elbette insan dünyadaki nesneleri, durumları ve olayları betimleyebilir; ancak bu betimleme, tek başına bir anlam inşa etmez. İnsan, her yeni karşılaşmada, çevresindeki verileri kendi değerleri, amaçları, duyguları ve ön kabulleriyle harmanlayarak yeni yorumlar üretir.
Örneğin, Türkiye’deki bir seçim sonucunu betimlemek, katılım oranını, partilerin aldığı oy yüzdelerini ve kazananı sıralamaktan ibarettir. Örneğin, “bir parti yüzde 52 oy aldı” demek, yalnızca olgusal bir betimleme sunar. Ancak bu sonucu anlamlandırmak yüzde 52’lik desteğin hangi tarihsel bağlamda oluştuğunu, toplumun ekonomik ve sosyal koşullarını, liderin söyleminin bu desteği nasıl şekillendirdiğini ve seçmenlerin bu tercihi hangi duygusal, ideolojik veya rasyonel nedenlerle yaptığını hesaba katarak bir yorum geliştirmeyi gerektirir.
AI ve insan özgürlüğü
Yapay zekanın insan özgürlüğüne etkisi, iki yönlü bir soru işareti doğuruyor. Yapay zeka, bilgiye erişimi kolaylaştırarak insan yaratıcılığını, özgürlüğünü ve dolayısıyla yorum yeteneğini genişletebilir mi? Yoksa algılarımızı, tercihlerimizi kısıtlayarak bizi daha dar bir anlam evrenine mi hapseder?
Sartre’ın “başkasının bakışı” kavramı, insanın kendi kimliğini ve özgürlüğünü, başka bilincin varlığında sorgulamasını anlatır. Yapay zeka bir “başka” mıdır? Sosyal medya algoritmalarının yönlendirdiği bir dünyada, insanlar kendi kimliklerini kurarken, bir makinenin “bakışı”ndan ne kadar etkilenir? Bu soru, özgürlüğümüzün sınırlarını yeniden düşünmemizi gerektirir.
Yapay zekanın insan özgürlüğüne etkisi, iki yönlü bir soru işareti doğuruyor. Bir yandan, yapay zeka aracılığıyla bilgiye erişim hızlanıyor, karmaşık veriler anlamlandırılabilir hale geliyor ve insanın yaratıcı potansiyeli destekleniyor. Bu sayede, bireylerin özgürlük alanı teorik olarak genişleyebilir; yorum yetisi, eskisinden daha zengin bir kaynak havuzuna ulaşarak derinleşebilir. Diğer yandan ise, yapay zekanın sağladığı bu “kolaylık” ve “hız,” belli çerçevelere hapsolmuş bir anlam evrenine sürüklenme riskini de beraberinde getiriyor. Algoritmaların önerdiği içeriklerle sınırlanan algılarımız, tercih ettiğimizi sandığımız seçenekler, gerçekte bize sunulan dar bir seçenek kümesine dönüşebilir. Bu durumda özgürlük, genişleme vaadini yerine getirmek yerine, görünmez sınırlarla çerçevelenmiş bir alana sıkışabilir.
Bu ikilemde Sartre’ın “başkasının bakışı” kavramı yeni bir katman ekliyor. Sartre’a göre başkası, insanın kendini tanımlama sürecinde kritik bir rol oynar; insan, kendi kimliğini başkasının varlığında biçimlendirir. Başkasının varlığının genel davranışlarımızı nasıl değiştirdiğini düşünün. Başkası olmasaydı utanç duygusunu bile hissetmemiz olanaksız olurdu. Peki yapay zeka bir “başkası” mıdır? Eskiden bu “başka” insan bilincine sahip, toplumsal bir aktördü. Bugün ise sosyal medya algoritmaları gibi yapay zeka sistemleri, bireylerin kimlik ve tercih inşa süreçlerine dahil oluyor. Kendimizi anlamlandırmaya çalışırken, üzerimizde insan olmayan bir “bakış”ın etkisi söz konusu. Bu makine bakışı, insan bilincinin yargılarından farklı olarak duygudan, öznel deneyimden ve vicdandan yoksun; ancak yine de seçimlerimizi yönlendirebilecek kudrete sahip.
Bu durum özgürlüğümüzün sınırlarını yeniden düşünmemizi gerektiriyor. Eğer özgürlük, anlamı durmadan yeniden inşa etme ve yorumlama kapasitesi ise bu kapasitenin yapay zekanın önceden belirlediği parametrelerle şekillenmesi bizi ne kadar “özgür” kılar? İşte tam bu noktada, yapay zeka teknolojilerinin sunduğu olanaklar ile insan bilincinin özgür yorumlama ve anlamlandırma çabası arasında hassas bir denge kurma ihtiyacını görüyoruz değil mi? Bu denge bulunamazsa, özgürlük genişleyen değil, daralan bir hareket izleyecektir.
Sonuç olarak yapay zekanın derin öğrenme ve veri analizi teknikleriyle betimleme konusunda bizlere yeni ufuklar açacağına inananlardanım. Tarihsel bir sanat eserinin arka planını, dönemin sosyal ve ekonomik koşullarını analiz ederek insan yorumuna sağlam bir temel sunabilir. Nitelikli insanın elinde nitelikli bir araca dönüşebilir.
Gelecekte belki de an itibarıyla insan ve yapay zekanın yaratıcı bir diyalog içine girmesi kaçınılmazdır. Yapay zeka, analiz yeteneğiyle “ham madde” sağlayabilir; insan ise özgürlüğü, deneyimi ve duygularıyla bu ham maddeyi yepyeni bir anlam evrenine dönüştürebilir. Bu ortaklık, Sartre’ın felsefesindeki özgür yorumlama sürecinin teknolojiyle harmanlandığı bir gelecek vizyonu sunabilir.
Buna da göz atın: Yapay zeka ve sanatın dansı: Geçmişin aura’sından geleceğin algoritmalarına