Alman asıllı filozof Walter Benjamin’in “Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Yapıtı” adlı makalesinde ileri sürdüğü gibi, teknolojinin sanat üzerindeki etkisi, eserin otantik niteliğini, yani “aura”sını tehdit eder. Benjamin’e göre, bir sanat eserinin “aura”sı, onun hem fiziksel varlığından hem de kendine has tarihinden kaynaklanır. Mekanik yeniden üretim, sanat eserini kökeninden koparır ve onu tüketilebilir, sıradan bir meta haline getirir. Örneğin, “Mona Lisa” tablosunun Louvre Müzesi’nde sergilenmesi, onun “aura”sını canlı tutar; ancak bu tablo milyonlarca kartpostal ve dijital görüntü yoluyla yeniden üretildiğinde, orijinal eserin büyüsü hepimiz için yitmeye başladı.
Benjamin, bu kavramı tartışırken kişisel bir gözlemine dayanarak modern sanatın dönüşümünü ele alıyor. Fotoğraf ve film gibi yeni teknolojiler, eserlerin yeniden üretilebilirliğini sağladığında, sanat eserinin “şimdi ve burada” olma durumunu yok etti. Örneğin, Benjamin, Berlin’de bir film gösterimine katıldığında, sinema perdesinde izlediği filmin, bir tiyatro oyununun canlı performansından çok farklı bir deneyim sunduğundan söz eder. Film ise onun için izleyiciyi aktif bir katılımcıdan pasif bir gözlemciye dönüştürüyordu.
Sanatın makineleşen kalbi: Aura’nın kaybı ve yeni bir dönem
Bana kalırsa, sinemanın sunduğu deneyimi “pasiflik” olarak algılamak bu sanatı biraz küçük görmek olur. Ancak bu fikirlerin, yapay zekanın sanat üzerindeki etkilerini anlamak için önemli bir temel sunabileceğini düşünüyorum. Bugün yapay zeka, bir sanat eserinin yalnızca estetik özelliklerini değil, aynı zamanda üretim sürecinin kendisini de taklit edebiliyor. Benjamin’in söylediği gibi: “Teknolojinin, sanatın geleneksel değerlerini yeniden şekillendirmesi kaçınılmazdır; ancak bu süreç, insanın sanatla kurduğu derin bağı koparma riski taşır.” Bu bağlamda, yapay zeka tarafından üretilen içeriklerin, orijinal sanat eserlerinin sahip olduğu o “biriciklik” (uniqueness) hissinden tamamen yoksun olduğu söylenebilir. Benjamin’in deyimiyle, “aura”nın kaybı, sanatın ruhunu mekanikleştirir ve insanın yaratıcı deneyimini bir gölgeye dönüştürür.
Yapay zekanın sanat üretimindeki rolü
Son yıllarda yapay zeka, yalnızca teknik alanlarda değil, yaratıcı süreçlerde de önemli bir oyuncu haline geldi. Örneğin, metin tabanlı içerik üretimi için kullanılan dil modelleri, karmaşık fikirleri bir insanınkine benzer şekilde ifade edebilir durumda. Görsel içerik üretiminde yapay zeka, sıradan bir kullanıcının birkaç komutla profesyonel kalitede tasarımlar oluşturmasını sağlıyorlar. Video üretimi ise artık metinden video oluşturma gibi teknolojilerle hız kazandı.
Fransız sosyolog ve filozof Jean Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” (Simulacra and Simulation) teorisi, bu noktada önemli bir perspektif sunuyor. Teknolojiyle (veya güncel teknolojiye uyarlarsak yapay zekayla) üretilen içerikler, gerçekliğin yalnızca bir simülasyonu olarak ortaya çıkar. Sanat eserlerinin ya da zanaat ürünlerinin “gerçekliği” ile yapay zekanın oluşturduğu içeriklerin “yansıtılan gerçekliği” arasındaki fark, giderek siliniyor. İnsanlar artık gerçeği simülasyondan ayırt etmekte zorlanıyor. Sanırım “Gerçek nedir?” sorusuna cevabı olanlar, yapay zeka üretiminin sanat olup olmadığına daha net bir şekilde yanıt verebilir. Maalesef bu soru benim uzun bir süre cevap bulabileceğim bir konu gibi görünmüyor. Ancak herkes tarafından net bir şekilde kabul edilen bir cevap olmaması, hayatımızı kökünden değiştirecek bu teknoloji hakkında önemli sorular sormamıza da vesile oluyor.
Son performans: Sanat, zanaat ve yapay Zeka
Sanat, tarih boyunca duyguların, düşüncelerin ve kültürel deneyimlerin bir yansıması olmuştur. Zanaat ise insan elinin ve emeğinin değeri üzerine inşa edilmiştir. Ancak yapay zekanın sanat ve zanaat üzerindeki etkisi, bu alanları derin bir dönüşüme zorluyor. Sanatın estetik ve duygusal işlevi, yapay zeka algoritmalarının mekanik üretim süreciyle değişime uğruyor. Zanaatta ise “el yapımı” kavramı anlamını yitirmeye başlamıştır.
İşte burada insanlığın bölündüğü nadir(!) iki perspektifi sizlere sunmak isterim. Karl Marx’ın “Emek ve Makineleşme” üzerine düşüncelerine bakalım. Marx, makineleşmenin insan emeğini nasıl değersizleştirdiğini ve emeğin yabancılaşmasına yol açtığını savunur. Yapay zeka, emeği tamamen ortadan kaldırarak insan ile yaratıcı süreç arasındaki bağı koparmaktadır.
Benim ise daha çok hoşuma giden, sinema konusunda da Walter Benjamin ile farklı düşüncelere sahip olmamızın altını dolduran bir düşünce mevcut. Avusturya asıllı siyasetçi ve ekonomist Joseph Schumpeter’in “Yaratıcı Yıkım” (Creative Destruction) teorisiyle sanatı yeniden şekillendirebiliriz. Schumpeter, teknolojinin sürekli yenilikler yoluyla eski düzenleri yıkarak kendini yenilediğini savunur. Bu bağlamda, sanat ve zanaatin yapay zeka tarafından dönüştürülmesi, yaratıcılığın kaybı değil, yeni bir formun doğuşu olarak da görülebilir.
Sanatın ruhunu ararken: Yapay zeka ve yaratıcılığın geleceği
Kaybolan sanat dallarına duyduğumuz hüzün, bir gün bizi gülünç olarak tanımlayacağımız bir nostaljiye sürükleyebilir. Sinemanın ilk dönemlerinde yaşanan tartışmaları düşünelim. Sessiz filmlerden sesli filmlere geçişte, dönemin sanatçılarının ve izleyicilerinin “sinemanın sonu” diye kendilerini yerden yere vurduklarını biliyoruz. Bugün bu isyanlar bize ne kadar komik geliyor, değil mi? Oysa o günlerde sessiz sinemanın savunucuları, sesin bu sanatı öldürdüğüne yürekten inanıyordu. Halbuki sesli sinema, başka bir boyutta bambaşka bir sanat formunun doğuşuydu.
Elbette, yapay zeka meselesi biraz daha karmaşık. Burada yeni bir sanat formunun doğuşundan çok, mevcut üretim biçimlerini taklit eden ve uyarlayan bir teknolojiyle karşı karşıyayız. Bu teknolojinin tatmin edici bir sanat dalına dönüşüp dönüşmeyeceği ise tamamen belirsiz. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, sanata olan talep giderek azalıyor. Belki de bu yüzden, yapay zekanın bir sanat dalına evrilmesini istemeyeceğiz. Belki de yapay zeka, sanata beklenmedik bir final hazırlıyordur. Bu sorunun cevabını zaman gösterecek. Ama kim bilir, belki de bizler, gelecekte geçmişin bir hatası olarak görülecek duygusal tepkilerimizin birer figürü haline geliriz.