“İnsanın kendini kandırma kapasitesi sınırsızdır” diyor Fyodor Dostoyevski. Sürdürülebilirlik konusunda yaşanan küresel yanılsama, bu sözün belki de en çarpıcı örneği.
Bir yanda şirketlerin parlak sürdürülebilirlik raporları, devletlerin iddialı iklim hedefleri ve tüketicilerin yeşil ürün tercihleri; diğer yanda ise her geçen gün kötüleşen çevresel göstergeler, artan karbon emisyonları ve tükenen doğal kaynaklar…
Modern dünyanın bu kolektif kendini kandırması, tarihte benzeri görülmemiş bir ekolojik felaketin provasını yaparken, biz hala sürdürülebilirlik masalları anlatmaya devam ediyoruz.
Medeniyetin kötü karnesi!
İnsanoğlu, milyarca yıldır dengesini koruyan doğayı “medeniyet” adına çok büyük bir hızla talan etti. Bir yandan doğa ile insan ilişkisi bozuldu, diğer yandan da insan-insan ilişkileri. İklim krizini yaratan koşullar, aynı zamanda tüm dünyada ülkeler, toplumlar ve dolayısıyla insanlar arasındaki uçurumları büyüttü.
Dünya toplumları bu sözde medeniyetleşme sürecinden aynı koşullarda geçmedi. Kolonileşme döneminden beri, kimileri sadece aldı ve tüketti; diğerleri ise sadece vermek zorunda kaldı ve tükendi.
Elbette, doğa ve çevre tek meselemiz değil. İnsanca yaşam, adalet, eşitlik, demokrasi gibi temel konularda da utanç verici bir insanlık karnesi var önümüzde.
Gerçek veriler, acı gerçekler
Sürdürülebilirlik kavramı, günümüz dünyasının belki de en büyük paradokslarından biri. Gelin, yapılan tüm tantanaya rağmen, ortadaki ikiyüzlülüğü verilerle kanıtlayalım:
- Global Carbon Project’in raporuna göre, küresel CO2 emisyonları 2023’te yüzde 0.9 artarak 36.8 milyar tona ulaştı. Fosil yakıt kaynaklı emisyonlar ise 40.9 milyar tonla yeni bir rekor kırdı.
- Morningstar’ın raporuna göre, küresel sürdürülebilir fon varlıkları 2.5 trilyon dolara ulaşmasına rağmen, bu fonların etkinliği tartışmalı. InfluenceMap’in araştırması, ESG etiketli fonların yüzde 72’sinin fosil yakıt şirketlerine yatırım yaptığını ortaya koyuyor.
- Circle Economy’nin raporuna göre, küresel ekonomi sadece yüzde 8.6 oranında döngüsel. Plastik geri dönüşüm oranı global olarak yüzde 9’da kaldı. 1980’lerden beri neredeyse hiç ilerleme kaydedilmedi.
- Dünya genelinde e-atık miktarı 70 milyon tona ulaştı. Hızlı moda sektörü yıllık 92 milyon ton tekstil atığı üretiyor.
- Net Zero Tracker’ın verilerine göre, Fortune Global 500 şirketlerinin yüzde 75’i net-sıfır taahhüdünde bulundu. Ancak, bu şirketlerin sadece yüzde 4’ü somut ve bilime dayalı eylem planına sahip.
- IMF’nin 2023 raporuna göre, küresel fosil yakıt sübvansiyonları 2022’de 7 trilyon dolara ulaştı – bu rakam küresel GDP’nin (gross domestic product; gayri safi yurt içi hasıla) yüzde 7.1’ine denk geliyor.
- Dokuz gezegensel sınırdan altısı aşıldı: İklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı, arazi kullanımı değişikliği, tatlı su kullanımı, biyojeokimyasal akışlar ve yeni maddeler.
- IPCC’ye göre, 1.5°C hedefini tutturmak için emisyonların 2025’ten önce zirve yapması ve 2030’a kadar yüzde 43 azalması gerekiyor. Mevcut politikalarla devam edilirse yüzyıl sonunda 2.8°C’lik bir ısınma bekleniyor.
Bitmedi!
Elbette bitmedi! Ekolojik kriz ile sosyal krizler arasında derin bir bağlantı var.
- Dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u küresel gelirin yüzde 52’sine sahipken, en yoksul yüzde 50’lik kesim küresel gelirin sadece yüzde 8.5’ini alabiliyor. Oxfam’in 2024 Davos Raporu’na göre, 2020’den bu yana 5 milyar insan reel olarak daha da yoksullaştı.
- Toplumsal cinsiyet eşitsizliği derinleşiyor. UN Women’ın raporuna göre, kadınlar erkeklerden ortalama yüzde 23 daha az ücret alıyor ve ücretsiz bakım emeğinin yüzde 76’sını üstleniyor. Fortune 500 şirketlerinde CEO’ların sadece yüzde 10.4’ü kadın. 185 ülkenin sadece 14’ünde tam toplumsal cinsiyet eşitliği sağlayan yasal çerçeve mevcut.
- Eğitimde eşitsizlik de alarm veriyor. UNESCO’nun raporu 244 milyon çocuk ve gencin okula gitmediğini gösteriyor. Düşük gelirli ülkelerde kız çocuklarının sadece yüzde 2’si liseyi bitirebiliyor. Covid-19 sonrası 100 milyon çocuk temel okuma seviyesinin altında kaldı. Digital öğrenmeye erişimde büyük uçurum var: Yüksek gelirli ülkelerde yüzde 87, düşük gelirli ülkelerde yüzde 6.
- World Justice Project 2023 Hukukun Üstünlüğü Endeksi, 142 ülkenin yüzde 70’inde hukukun üstünlüğünün gerilediğini gösteriyor. Temel haklar puanı son 5 yılın en düşük seviyesinde ve ifade özgürlüğü 2015’ten bu yana yüzde 38 geriledi. UN Human Rights raporuna göre, dünyada 50’den fazla bölgede silahlı çatışma devam ediyor ve 108.4 milyon insan zorla yerinden edildi.
- Sağlık alanındaki eşitsizlikler de çarpıcı. WHO’nun (World Health Organization) verilerine göre, 2 milyar insan temel sağlık hizmetlerine erişemiyor. Yüksek gelirli ülkelerde ortalama yaşam süresi 80.6 yıl iken, düşük gelirli ülkelerde 63.4 yıl. Covid-19 aşılarının yüzde 84’ü yüksek gelirli ülkelere gitti.
- UN World Food Programme raporu, 783 milyon insanın açlıkla mücadele ettiğini ve 45 ülkenin dış gıda yardımına muhtaç olduğunu gösteriyor. İklim krizi nedeniyle 2050’ye kadar 200 milyon kişi daha gıda güvensizliği yaşayabilir.
Dürüstlük ve samimiyet zamanı
Bu kadar rakam ve veriden yoruldunuz, değil mi? Bunları daha da artırarak, önümüzdeki manzaranın vahametini daha da sert ortaya koymak mümkün!
Bu veriler gösteriyor ki, sürdürülebilirlik sadece çevresel bir mesele değil. Ekolojik kriz ile sosyal krizler arasında derin bir bağlantı var. İklim krizinin en ağır sonuçlarını, bu krizin yaratılmasında en az payı olan yoksullar, kadınlar ve dezavantajlı gruplar yaşıyor.
Net ve keskin bir durum var. Tarihin bu kritik kavşağında, insanlık olarak iki seçenekle karşı karşıyayız: Ya bu sorunları bütüncül bir yaklaşımla ele alıp, gerçek bir dönüşümün öncüsü olacağız, ya da derinleşen ekolojik ve sosyal krizlerin kurbanı.
Modern uygarlığın büyük yanılsaması olan sürdürülebilirlik masalını bir kenara bırakıp, acı gerçeklerle yüzleşme zamanı geldi. Konu sadece “gelecek nesiller” konusu değil. Tam da bugünün, bizlerin konusu. Sağlıklı bir çevrede; etik, adil, eşit bir hayat yaşama konusu…
Gerçek sürdürülebilirlik, çevresel sorunlarla birlikte sosyal adaletsizlikleri de hedef alan bütüncül bir dönüşümü gerektiriyor. Bu dönüşüm; ekolojik sorumluluk, sosyal adalet, ekonomik eşitlik, toplumsal cinsiyet eşitliği, temel haklar ve özgürlükler, eğitim ve sağlıkta fırsat eşitliği, hukukun üstünlüğü gibi alanları kapsayan radikal bir paradigma değişimini zorunlu kılıyor.
Tercih bizim: Ya hep birlikte değişimin öncüsü olacağız, ya da yıkımın ana aktörleri…