Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) eski başkan yardımcısı ve Harvard Üniversitesi Ekonomi Profesörü Gita Gopinath, küresel ekonominin önümüzdeki yıllarda karşı karşıya kalacağı en büyük riskleri üç başlık altında topladı: 🔗 Gopinath’ın değerlendirmeleri, yalnızca mevcut tabloyu resmetmekle kalmıyor; aynı zamanda iş dünyası ve politika yapıcılar için gelecek döneme ilişkin yol gösterici niteliği taşıyor.
Jeopolitik belirsizlik: Ticaret ve tedarik zincirlerinde yeni Dönem
Gopinath’a göre, son yıllarda artan jeopolitik gerilimler küresel ticareti ve sermaye akışlarını doğrudan etkiliyor. ABD ile Çin arasındaki teknoloji merkezli rekabet, Avrupa’da enerji güvenliği sorunları ve Rusya-Ukrayna savaşı gibi faktörler, şirketlerin uluslararası operasyonlarını yeniden şekillendirmesine yol açıyor. Bu koşullar altında ülkelerin daha korumacı politikalara yönelmesi, küreselleşmenin yerini bölgeselleşmeye bırakması ihtimalini güçlendiriyor.
Bu tablo, özellikle çok uluslu şirketler için tedarik zincirlerini çeşitlendirme, bölgesel üretim merkezleri kurma ve risk yönetimi stratejilerini güncelleme gerekliliğini beraberinde getiriyor. Gopinath, şirketlerin “küresel ölçekte optimum maliyet” odaklı yaklaşım yerine “bölgesel dayanıklılık” ilkesine göre hareket etmelerinin kaçınılmaz hale geldiğini vurguluyor.
Kamu borçlarındaki yükseliş: Mali sürdürülebilirlik tehlikede
Gopinath’ın dikkat çektiği ikinci başlık, hızla artan kamu borçları oldu. IMF verilerine göre küresel kamu borcunun 2030’a kadar toplam küresel gayrisafi yurtiçi hasılanın yaklaşık yüzde 100’üne ulaşması bekleniyor. Bu oran, borç yönetiminin yalnızca gelişmekte olan ülkeler için değil, gelişmiş ekonomiler için de ciddi bir sınav olacağına işaret ediyor.
Artan borç yükü, faiz oranlarını yukarı yönlü baskılayabilir, yatırım iştahını azaltabilir ve hükümetlerin krizlere karşı mali manevra alanını daraltabilir. Gopinath, özellikle gelişmekte olan ülkelerin bu süreçte daha kırılgan hale geleceğini, borç krizlerinin küresel ölçekte domino etkisi yaratabileceğini belirtiyor. İş dünyası açısından bu gelişme, sermaye maliyetlerinin yükselmesi ve finansmana erişimin zorlaşması anlamına geliyor.
Yapay zeka ve iş gücü: Verimlilik mi, belirsizlik mi?
Üçüncü kritik alan ise teknolojik dönüşüm… Yapay zeka uygulamalarının hızla yaygınlaştığını hatırlatan Gopinath, bu teknolojilerin bir yandan şirketlere önemli verimlilik kazanımları sağlarken diğer yandan iş gücü piyasalarında köklü dönüşümler yaratacağını dile getirdi. Özellikle beyaz yaka mesleklerde yapay zeka tabanlı otomasyonun rolünün artması, birçok iş tanımının yeniden yazılmasına neden olacak.
Şirketlerin bu süreçte en büyük sorumluluğu, çalışanlarını geleceğe hazırlamak için yeniden beceri kazandırma (reskilling) ve sürekli eğitim programlarına yatırım yapmak olacak. Aksi halde yapay zeka, yalnızca verimliliği artıran bir araç değil, aynı zamanda işsizlik ve sosyal eşitsizlikleri derinleştiren bir faktör haline gelebilir.
İş dünyası için ne anlama geliyor?
Gopinath’ın ortaya koyduğu bu üç ana risk, iş dünyası liderleri için uzun vadeli stratejilerin yeniden düşünülmesini zorunlu kılıyor. Şirketlerin, jeopolitik risklere karşı bölgesel çeşitlilik, borç ve finansal dalgalanmalara karşı güçlü bilanço yönetimi, teknolojik dönüşüme karşı insan kaynağına yatırım ilkelerini merkeze alması gerekiyor.
Sonuç olarak, küresel ölçekte artan belirsizliklerin hakim olduğu bu dönemde, yalnızca bugünü yönetmek değil, geleceğe hazırlık yapmak da kritik hale geliyor. Gopinath’ın uyarıları, iş dünyası için bir alarm zili değil, doğru adımların atılması halinde yeni fırsatların kapısını aralayabilecek bir stratejik yönlendirme niteliğinde.
Buna da göz atın: WEF: İnsan kaynaklarının yükselen stratejik rolü



