Şehirli insanların hayatına çevre algısının dahil olduğu günden itibaren “ofis”, bu çevreler içerisinde en çok zaman geçirdiğimiz alan olabilir. 2020 itibarıyla bir insanın hayatının ortalama 90 bin saatinin ofiste geçtiği düşünülecek olursa, herhangi bir dış mekanın zaman alma konusunda ofis kavramına rakip olabileceğini şahsen düşünmüyorum. Bu arada, elimdeki istatistik her ne kadar 2020 yılına ait olsa da ve her ne kadar 2020 sonrası insanlık olarak yaşadığımız bazı tatsız durumlar, fiziksel ofislerin hayatımızdaki ağırlığını etkilemiş de olsa, bu durumun benim muhtemel 90 bin saatimden kesinlikle düşmediğini söyleyebilirim. Hatta tam tersi; önceden kendine ait olmayan alanlara yayılmış durumda.
Mutfağımdan dışarıda içtiğim kahveye, ağırladığım misafirlerin dizüstü bilgisayarlarını yanlarında getirme alışkanlıklarına kadar uzanan samimi bir ilişkim var artık ofisle. Bazıları bu değişime hızlı adapte oldu; hatta hoş karşılayanlar dahi görüyorum. Fakat ben, söz konusu ofis olduğunda, temkinli bir yaklaşımı tercih ediyorum. Kendimi ofisten daha yalnız, huzursuz ve diken üstünde hissettiğim başka bir alan yok. Evden çalışırken evimin, dışarıdan çalışırken ise kahvemin sıcaklığını dahi alıyor benden. Ofis fikrine adapte olabilen, hatta ofis ikliminde yeşerip büyüyebilen dostlarıma dehşetle karışık bir saygım olsa da, bu yazı dizisinde sizi, beni anladığını düşündüğüm arkadaşlarımla tanıştırmak istiyorum. Belki onlar aracılığıyla derdimi daha iyi anlatabilirim, belki benim aracılığımla onlar sizlerin de arkadaşı olur. Hazırsanız, ilk arkadaşım Charles Lamb’i tanıyarak başlayalım.
İngiliz Doğu Hindistan Ticaret Şirketi ve Charles Lamb
Şubat 1775 doğumlu, denemeleri ile ünlü İngiliz yazar Charles Lamb’i edebiyat dünyasındaki eserleri ile tanıyanlarınız mutlaka vardır. Dönemin romantik yazarları William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge ile olan yazışmalarıyla tanınan Lamb, kız kardeşi Mary Lamb ile yazdığı Shakespeare oyunlarının genç okuyucular için sadeleştirilmiş versiyonlarını içeren “Tales from Shakespeare” eseri ile de bilinen bir yazardır. Ancak Lamb’in hikayemiz için önemi, 1792-1825 yılları arasında katip olarak çalıştığı Doğu Hindistan Ticaret Şirketi kariyerinde gizlidir.
Doğu Hindistan Ticaret Şirketi hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse; İngiliz Doğu Hindistan Ticaret Şirketi, 1600 yılında kurulmuş ve İngiltere’nin Asya’daki ticaretini kontrol eden güçlü bir ticari şirketti. Başlangıçta Hindistan ve Güneydoğu Asya’da baharat ticareti yapmak amacıyla kurulan şirket, zamanla pamuk, çay, afyon ve ipek gibi diğer ticari ürünlerle de ilgilenmeye başladı. 18. ve 19. yüzyıllarda, şirket Hindistan’da geniş bir etkiler ağı oluşturmuş ve bölge üzerinde siyasi ve askeri bir güç haline gelmiştir. Yani, devlet ve devlet üstü kuvvetler tarafından idare edilen distopik bir dünya, arkadaşlarınızla yaptığınız eğlenceli muhabbetlerin popüler bir komplo konusu ise kendinizi tuhaf hissetmeyin; tarihte bunun örnekleri mevcut.
Lamb, 1792 yılında Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nde katip olarak çalışmaya başladı. Bu iş, onun geçimini sağlamak ve edebi faaliyetlerini sürdürebilmek için önemli bir dayanak noktası oldu. Lamb’in iş hayatı, günlük rutinleri ve şirketin gereklilikleri ile şekillenmişti. Şirketin muhasebe ve yazışma işlerinde çalışarak önemli bir idari rol üstlendi. Charles Lamb, Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nde uzun yıllar boyunca çalışmış olmasına rağmen, bu döneme dair anılarını, iş arkadaşları ve günlük çalışma rutinleri hakkındaki gözlemlerini oldukça esprili ve mizahi bir dille denemelerinde paylaşmıştır. Özellikle “The Superannuated Man” (Emekli Adam) adlı denemesinde, iş yerindeki hayatını ve emekliliğini ayrıntılı bir şekilde anlatır. Bu denemede, standart bir beyaz yakalı çalışanın yaşadığı rutinleri, iş hayatının monotonluğunu ve sonunda emekliliğin getirdiği karmaşa duygusunu işler. Lamb, çalışmanın getirdiği stresi ve baskıyı mizahi bir üslupla anlatırken, aynı zamanda iş arkadaşlarının ve patronlarının karakteristik özelliklerini de komik bir şekilde tasvir eder.
Lamb’in yazdıklarına göre, Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nde bir katibin en yoğun olduğu zaman, posta dönemiydi. Elektronik posta, internet ve hatta telefon gibi modern iletişim cihazlarının olmadığı bu dönemde, Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’nin ihtiyacı olan belgeler, bir posta gemisi aracılığıyla 5 ila 6 haftalık periyotlar halinde Hindistan’dan Londra’ya ulaşıyordu. Bu ulaşım süresi baz alınarak, mümkün olan maksimum sayıda belge gemilere yükleniyor, en az seferde en çok işin bitimi hedefleniyordu. Verimlilik desen var yani… Lamb bu günleri anlatırken, hiçbir ek mesai ücreti almadığını belirterek çalışma saatlerini şöyle aktarır: “Cuma günü sabah saat ondan gece on bire kadar ofisteydim, geçen akşam ise dokuzda çıkmıştım.”
İngiltere’de kıymeti olan ne varsa onu elde etmek için fütursuzca sömürdüğü Çin ve Hindistan’a acımayan şirket, Lamb’e de elbette acımayacaktı. Lamb’in hayatından belki sizlere tanıdık gelebilecek bir diğer durum ise, şirketin kafasına göre çalışanlarına verdiği hakları alma huyuydu. 1817 yılında şirket, önce verdiği 10 poundluk tatil harçlığı uygulamasını kaldırdı, aynı yıl cumartesi günlerini mesai günü ilan etti, hatta şirketin geleneksel Noel partisi olan “Kaplumbağa Festivali”ni de iptal etti. Lamb, mektuplarında durumdan bahsederken “Komite bütün tatilleri kaldırdı, muhtemelen Şeytan da herhangi bir tatile inanmıyor; çalışanlarını ebediyen yanan atölyesinde sonsuza kadar çalıştırıyordur.” gibi bana biraz abartı gelen bir ifade kullanır. Lamb’in hicvine konu olmuş bir diğer şirket politikası ise ofis kontrolleriydi. Yöneticiler 15 dakikada bir ofisleri gezerek çalışanların orada olup olmadığını kontrol ediyordu. “Bu durum en çok Dodwell’i (iş arkadaşı) rahatsız ediyordu” diye anlatır Lamb. “Haliyle, kimse gazete okurken en az yedi kere bölünmekten hoşlanmaz.” Charles Lamb ve onun gibi mizah anlayışına sahip çalışanlar bir şekilde bu depresif ortamda hayatta kalmayı başarmış olsalar da herkes maalesef onların mental direncine sahip değildi. Bir başka şirket katibi Richard Burford, 1790’larda pencereden atlayarak intihar etti.
Emeklilik ve Tükenmişlik
Kahramanımız Lamb, 33 yıllık bir çalışma hayatının ardından, maaşının üçte ikisine tekabül eden bir emekli maaşı ile 1825 yılında emekli oldu. “Emeklilikteki ilk gününü bir sahil kasabasında geçirdi,” “Maaşıyla dünyayı gezdi” ya da “Hep hayalini kurduğu o butik kafeyi açtı” demeyi çok isterdim ama, Lamb ilk günlerini anlatırken “Başta olduğum yerden kıpırdayamadım, sonra bir süre ortalıkta amaçsızca dolaştım, kendi kendime sürekli mutlu olduğumu düşünüyordum, ama aslında mutlu değildim.” ifadesini kullanır. Duygu durumunu tasvir ederken kullandığı cümle ise “Kırk yıl sonra Bastille’den salıverilmiş bir mahkum gibi hissediyordum.”
İşte ofis fikri ile alakalı beni esas tedirgin eden durum da bu. Uzun yıllar kaçmak istediğim, alaya aldığım, üstelik günümüz şartlarında sadece belirli bir fiziki bölgeyle sınırlı kalmayan o yerin, yıllar sonra benim bir parçam haline gelmesi. Ancak, Lamb’in hikayesi illa bu kadar depresif yorumlanacak diye bir şey yok. Ortada korunmayı başarmış bir mizah anlayışı, şartlardan bağımsız üretebilen bir entelektüel ve nihayetinde kendini feshetmiş bir Doğu Hindistan Ticaret Şirketi var. Charles Lamb, benim için iyi bir örnek ve arkadaş. Geçimini sağlamak adına sevmediği bir işi yapacak kadar yetişkin, karakterini o işle tanımlamayacak kadar sağduyulu ve en önemlisi hissettiklerini kendine açık bir şekilde ifade edebilecek kadar dürüst. Ben, Charles Lamb’i tanımaktan çok memnunum; umarım sizler de memnun olmuşsunuzdur. Tarihten bir başka beyaz yakalı ile tekrar görüşmek üzere, hoşçakalın.
Kaynakça
BBC. 2013. “How the Office Was Invented.” BBC News. 21 Temmuz. https://www.bbc.com/news/magazine-23372401.