Hint Okyanusu’nun plastik çöp adalarından yükselen gün batımı, Beijing’in turuncu-mor tonlarındaki toksik gökyüzü ya da Londra’nın sisli sokaklarında yansıyan neon ışıklar… Instagram’da milyonlarca beğeni toplayan bu kareler, ekolojik felaketin dijital estetikle makyajlanarak, performansa ve “sanata” dönüşmüş hali.
Post modern kapitalizmin en sinsi başarılarından biri, felaketleri bile tüketilebilir ekonomik metaya dönüştürme becerisi. Instagram’da karşımıza çıkan filtrelenmiş ve stilize edilmiş kirlilik görüntüleri, tam da bunun en güncel yansıması.
İyi de bunun ne zararı var mı diyorsunuz? Evet. Zararı var. Neden mi?
Kirlilik estetiği
Kirlilik estetiği, post modern kapitalizmin “derinlik” yerine “yüzeyi”, “anlam” yerine “stili”, “gerçeklik” yerine “simülasyonu” tercih eden mantığının kusursuz bir örneği. Instagram’ın yapay zeka destekli görüntü işleme algoritmaları, bu mantığın teknolojik yakıtı olarak işlev görüyor.
Böylece kirlilik; çözülmesi gereken bir felaket değil, kaçınılmaz gerçekliğin “estetik” bir parçası olarak sunuluyor. Platform kapitalizmi, çevre krizini bile pazarlanabilir bir ürüne dönüştürerek, daha sağlıklı bir dünyanın hayal edilmesini imkansızlaştırıyor.
Bu estetizm süreci, çevre sorunlarına karşı kolektif algımızı derinden etkiliyor. İnsan beyni, sürekli bu tür görüntülere maruz kaldıkça, bunları normalleştirme eğilimine giriyor. Sosyal medyada sıklıkla karşılaştığımız “güzelleştirilmiş kirlilik” görüntüleri, çevre felaketlerine karşı bir tür “dijital anestezi” yaratıyor. Çevre psikolojisi uzmanları, bu durumun uzun vadede toplumsal duyarsızlaşmaya yol açabileceği konusunda uyarıyor.
Fenomenin ekonomik boyutu da dikkat çekici. Çin’de “smog turizmi” diye bir kavram ortaya çıktı. En popüler kirlilik fotoğrafçıları yıllık 50 bin doların üzerinde gelir elde ediyor.
Stilize manipülasyon
Bu dijital dönüşüm, çevre mücadelesinin yeni bir boyutunu ortaya koyuyor. Artık sadece fiziksel kirliliğe değil, bu kirliliğin dijital yansımasının yarattığı algı manipülasyonuna karşı da mücadele etmek gerekiyor.
Çözüm, teknolojinin sunduğu imkanları çevre bilincini artırmak için kullanmaktan geçiyor. Dijital medya okuryazarlığı eğitiminin güncellenmesi, içerik üreticileri için etik kılavuzlar geliştirilmesi ve platformların çevre içerikleri konusunda regüle edilmesi, atılabilecek önemli adımlar arasında.
Instagram’ın kirlilik estetiği, çağımızın en paradoksal fenomenlerinden biri. Bir yandan çevre felaketlerini görünür kılarken, diğer yandan bu görünürlüğü tehlikeli bir estetik oyuna dönüştürüyor. Gerçek ile sentetik olan arasındaki çizginin giderek bulanıklaştığı çağımızda bu daha da tetikleniyor.
Dolayısıyla, asıl mesele, gerçek ile o gerçeğin (sözde) dijital ikizi ile arasındaki uçurumu kapatmak. Gerçeğin kendisini kaybetme riski ortaya çıkıyor. Ekolojik kriz, filtrelerin ardında kaybolurken, eylem yeteneğimiz de zayıflıyor.
Eyleme çağrı
Bu dijital estetizm çağında, belki de en radikal eylem, sentetik içerikler yerine gerçek olanı, olduğu gibi gösterme cesaretini göstermek olacak.
Felix Guattari’nin “üç ekoloji” kavramı (zihinsel, sosyal ve çevresel ekoloji), sorunun çözümü için bir çerçeve sunabilir. Kirlilik estetiğine karşı mücadele, sadece çevresel değil, aynı zamanda zihinsel ve sosyal bir dönüşümü gerektiriyor.
Bu, algoritmik manipülasyona karşı yeni bir dijital okuryazarlık, platform kapitalizminin estetik kodlarına karşı alternatif görsel diller ve ekolojik krize karşı yeni bir kolektif bilinç geliştirmeyi içeriyor.
Platform kapitalizminin estetik kodlarını reddederek, ekolojik krizi tüm çıplaklığıyla görünür kılmak esas olmalı. Ancak böyle bir “dijital hakikat siyaseti”, gereken kolektif eylemi yeniden canlandırabilir.
Arda Öztaşkın’ın bu yazısına da göz atın: Küresel ikiyüzlülük: Sürdürülebilirlik