Kutsal imparatorluklar birbiri ardına yıkılıyor. Gücünü gelenekten alan soylular tahtlarından iniyor. Emeği organize eden burjuva yükseliyor. Moskova’dan Londra’ya, İstanbul’dan Paris’e modern devletin ayak sesleri duyuluyor. Bu modern devletin kalbinde, Max Weber’in tanımladığı bürokratik yapı yatıyor. Geleneksel devlet modellerinden farklı olarak modern devlet; rasyonelleşmiş yönetim organları, düzenli bir hiyerarşi ve yazılı kurallara bağlı profesyonel yöneticiler tarafından idare ediliyor. Savaşlar, devrimler ve ekonomik krizler eşliğinde, 20. yüzyılda modern devlet modeli küresel bir standart haline geliyor. Ancak 21. yüzyılın ilk yıllarında yükselen uluslararası ticaret ve devletler arası iş birliği, “Acaba modern devletlerin de ötesine mi geçiyoruz?” sorusunu gündeme getiriyor. Fakat ilerleyen yıllar bunun tam olarak böyle olmadığını gösteriyor. Bugün Javier Milei, Donald Trump ve onların müttefikleri, bürokrasiyi devlete musallat olmuş bir asalak olarak tanımlıyor. Küçük devlet, büyük özgürlük sloganlarıyla devlet mekanizmasını parçalara ayırıyorlar. Peki, Weber’in devlet modeli bu saldırılara karşı dayanabilir mi? Teknoloji, özellikle yapay zeka ve büyük veri, bürokrasiyi gereksiz hale mi getiriyor, yoksa sadece liberteryen çığlıklar mı duyuyoruz?
Weber yanılıyor mu?
Weber’in argümanı açık. Modern devlet, rasyonel bürokrasinin varlığına dayanır. Bürokrasi, kişisel otoriteden bağımsız, sistematik bir yönetim şeklidir. Erfurt’lu düşünür; kralların, diktatörlerin ve hatta karizmatik liderlerin gelip geçici, bürokrasinin ise kalıcı olduğunu savunur. Devlet memurları, derebeylik veya tımar sistemlerinde olduğu gibi yönettikleri kaynaklar üzerinde sınırlı dahi olsa özel mülkiyet hakkına sahip değildir. Klasik dönemde Osmanlı’nın Diyarbekir sancağını yöneten bir beylerbeyinin; idari, askeri, mali ve adli geniş yetkileri olduğunu biliyoruz. Tabii Orta Çağ’da Osmanlı’nın Avrupa’ya kıyasla daha merkezi bir yönetime sahip olduğu da bilinen bir gerçek. Dolayısıyla bir Diyerbekir valisinin yetkileri Avrupalı meslektaşlarıyla karşılaştırıldığında son derece kısıtlı olacaktır. Ancak şunu kabul etmeliyiz ki günümüzde Diyarbakır’da faaliyet gösteren bir vali ve/veya belediye başkanının yetkileriyle kıyaslandığında beylerbeyinin oldukça kuvvetli olduğu görülecektir.
Tabii dönemler farklı. Teknolojik ve lojistik gelişmeler, yönetim ihtiyaçlarını ve politikaları doğal olarak etkiliyor, güç ilişkilerinin doğasını değiştiriyor. Yıllar yılları kovalıyor. Avrupa’nın altın çağında Weber diye bir adam çıkageliyor ve içinde yaşadığı modern devlet yöneticisinin maaşlı bir görevli haline geldiğini ve sistemin devamlılığını sağlayan bir aparata dönüştüğünü yüksek sesle duyuruyor. Yıllar yılları kovalıyor. Bir zamanlar dünyaya hükmeden Weber’in de vatandaşı olduğu Avrupa, Çin ve ABD’yi yakalamak için çetin bir mücadele veriyor. Batı’da Trump ve Milei gibi figürler, bürokrasiye savaş açıyor, teknolojiyi kendi ideolojik araçlarına dönüştürüyorlar. Bürokrasiyi düşman belliyorlar. Neo-liberal söylemlerle devleti küçültmek istediklerini iddia ediyorlar. Peki Weber’in devlete dair düşünceleri hala geçerli mi? Yoksa artık yeni bir döneme mi giriyoruz?
Weber’e modern devletin temelinde bahse konu bürokratik yapıya ek olarak şiddet tekeli ve rasyonel profesyonel yönetici kavramları da öne çıkar. Devletin şiddeti tekelleştirdiği noktasında bir tartışma açmayacağım. Bunu çok efektif bir şekilde yaptığı malum. Ancak meritokratik bir bürokrat sınıfının aşındığını iddia edebilirim. Örneğin Arjantin’de “gnocchi” olarak bilinen, varlığı yalnızca maaş çekmekten ibaret olan devlet memurları fink atıyordu. Milei’nin en büyük seçim vaatlerinden biri bu verimsiz sınıfı silip süpürmekti. Bunu büyük ölçüde de başardı. Peki bunca insanın yerini kim dolduracaktı? Geçmişte olsa bazı ülkelerde memur sayısında yaşanacak düşüş devlet kapasitesinde kuvvet kaybına sebebiyet verebilirdi. Son tahlilde, bürokrasinin pek çok mekanizmasını yapay zeka ajanlarıyla değiştirmek artık mümkün. Yaratıcılık gerektirmeyen, tekrar eden görevleri yerine getirmek için insana duyulan ihtiyaç giderek azalıyor. Ancak bu dönüşüm, ülkeler için yeni bir açmazı da beraberinde getiriyor. Bürokrasi küçüldükçe devlet mekanizması içindeki çıkar ilişkileri daha da açığa çıkıyor. Kısa vadede iktidarlar, kendi destekçilerini devlet kadrolarına yerleştirerek oy tabanlarını sağlamlaştırabiliyor. Ancak uzun vadede, sistem bu ağırlığı taşıyamaz hale geliyor ve hantallaşıyor.
Günün sonunda, çalışmadan sizin vergilerinizle maaş alan, gerçekten iş üretmek yerine yalnızca siyasi ağlarla varlığını sürdüren çıkar grupları beliriyor. Milei veya Trump olduğunuzu düşünün. Verimsizliğe sebep olan hantal memur sınıflarından kurtulmanın bir yolunu buldunuz ve popüler destek de sizinle. Bir sonraki hamleniz ne olacak?
İşte asıl savaş burada kopuyor. Milei, Trump ve Musk gibi liderler bu soruya bir cevap vermeye çalışıyor. Ama onların cevabı, bir çözüme mi işaret ediyor, yoksa yalnızca yaygara mı çıkarıyorlar? Bunu zaman gösterecek. Özel sektör nasıl dönüşüyorsa devlet de bir kurumdur ve tüm kurumlar gibi teknolojik yeniliklerden azade değildir. Dönüşüm ve değişim esastır. Fakat esas mesele, bu dönüşümün kimin lehine, kimin aleyhine olacağıdır. Bürokrasiye savaş açanların getirdiği düzen, gerçekten özgürlük mü sunacak? Dünyanın en zengin insanı Elon Musk sizce ABD vatandaşı vergi mükellefleri için mi bir savaş veriyor? Yoksa az sayıda insanın daha büyük bir gücü ellerinde tuttukları yeni bir çağ başlatmayı mı düşünüyor?
Teknoloji bürokrasiyi yıkıyor mu?
Bürokrasinin işlevlerini kısaca ele alalım. Vergi toplamak mı? Bunu artık bir yapay zeka modeli rahatlıkla, hem de çok daha verimli ve hatasız biçimde yapabilir. Hukuk ve yargı mı? Çoğu rutin dava yapay zeka tarafından çözülebilir. İç güvenlik mi? Büyük veri ve yüz tanıma sistemleri, geleneksel polis teşkilatlarından daha hızlı ve etkin çalışabilir. Kısaca teoride devlet organlarının en temel bileşenleri artık insan bürokratlara bağımlı olmak zorunda değil. Cümlelerimin bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermesini istemem. Fizibilite bağlamında konuşuyorum. Teknolojik olarak insanların çalıştırdığı hantal bürokratik yapının yapay zeka ile dönüştürülebileceğinden söz ediyorum. Ancak işin etik boyutlarına bakacak olursak, bu mekanizmaların kurgulanması ve kullanılması noktasında çok ciddi kararlar alınması gerekiyor. Bu kararların politik maliyetleri olabilir. Kurnaz siyasetçilerin bir yandan büyük kitleleri ikna etmesi bir yandan da bu dönüşümü gerçekleştirmesi gerekebilir. Bulunduğum noktadan kurnaz siyasetçiler ve teknoloji oligarklarının ittifakından ortaya çıkabilecek tek bir olası gelecek senaryosu hayal edebiliyorum.
Devletin geleneksel işlevleri, teknoloji devlerinin gölgesinde yavaş yavaş silikleşiyor. Güç, artık yasalar ve bürokrasiyle değil, veriyi kontrol eden şirketler aracılığıyla şekilleniyor. Kamu-özel iş birliği adı altında devletin temel hizmetleri şirketlere devredildikçe, devlet formel olarak varlığını sürdürüyor ancak egemenlik yavaş yavaş bir grup oligarka geçmiş gibi. Pentagon’un altyapısını (JEDI) Microsoft’un inşa etmesi gibi; sağlık, eğitim, güvenlik ve hatta adalet mekanizmaları özel sektörün elinde şekillenmeye başlıyor. Devlet aygıtı her zaman çeşitli gruplarca kontrol edilmiştir. Her sistem kendi elitini yaratmıştır. Bu senaryoda devlet, güçlü şirketlere bağımlı hale geliyor ve bir korporatokrasi rejimi şekilleniyor. Demokrasi ise bir maske olmanın ötesine geçemiyor.
Fakat bu dönüşüm, basitçe “otoriterleşme” ya da “devletin çöküşü” şeklinde yorumlanmamalı. Devlet hala kullanışlı bir aygıt. Eski ve yeninin iç içe geçtiği hibrit bir yapının ortaya çıkabileceğinden söz etmek lazım. Tabii bu yapıda bürokrasi klasik Weberyen hiyerarşisini kaybedip, algoritmalarla, büyük veriyle ve yapay zeka destekli sistemlerle yeni bir idari mekanizmaya devrediliyor. Devletin artık geleneksel memurlara ihtiyacı yok; yerine veri yöneticileri, yazılım mühendisleri ve yapay zeka destekli karar alma süreçleri var. Vatandaşlar memurlarla değil, yapay zeka ajanlarıyla muhatap oluyor. Şehirler, sosyal kredi sistemleriyle yönetiliyor, hukuk süreçleri tahminleme algoritmaları ile şekilleniyor, vergiler bireysel tüketim alışkanlıklarına göre optimize ediliyor. Devlet hala var, ama artık duvarları, salonları ve kalemle imza atan memurları yok; yerine sürekli işleyen, gözleyen ve karar veren dijital bir organizma var. Teknoloji burada devleti yok etmek yerine onun yeni bir formunu yaratıyor; geçmişin otoriter bürokrasisi yerini veri merkezli, esnek ama belki de çok daha müdahaleci bir yönetime bırakıyor.
Techno-oligarşi: Eski oligarşinin yeni versiyonu mu?
Eğer klasik oligarşi, siyasi kararlara etki etme gücünü elinde bulunduran bir avuç ayrıcalıklı zengini tanımlıyorsa techno-oligarşi, teknolojiyi elinde tutan bir avuç insanın devlet işlevleri üzerinde belirleyici bir etki kurması olarak tanımlanabilir. Bu etki, veri kontrolü, algoritmalar, yapay zeka ve dijital altyapılar aracılığıyla güçlendirilebilir. Geleneksel devlet aygıtları aşındıkça, boşluğu kim dolduracak? Musk, Bezos, Zuckerberg gibi isimler, modern devletin yerine geçebilecek dijital altyapıları yönetiyorlar. Twitter (X) artık geleneksel medyanın yerine geçti. Amazon’un bulut sistemleri, devletlerin IT altyapılarını domine ediyor. Amazon, Google ve Microsoft gibi şirketler ülkelerin veri güvenliği regülasyonlarını azaltmaları için ciddi bir lobicilik yarışı içindeler. Regülasyonlar her zaman iyidir demiyorum. Ancak teknoloji devleri de oyununu güzel oynuyor demeye getiriyorum.
Peki, bu devrim midir, yoksa sadece basitçe kapitalizmin dönüşümü mü?
Esasında Weberyen bir çerçeveden bakarsak, bürokrasi zayıfladığında karar alma mekanizması kendiliğinden teknoloji şirketlerinin eline geçmez. Devletin rasyonel ve meşru yönetim çerçevesi, halkın ve hukukun desteği olmadan basitçe yok olmaz. Ancak, büyük teknoloji şirketleri yönetimde giderek silikleşebilir. Devlet işlevleri, özellikle veri yönetimi ve kamu hizmetleri, giderek özel sektörün kontrolüne geçerken, teknoloji devleri kamu mekanizmalarının yerini alabilecek kapasiteye ulaşacaklar.
Bürokrasi ve toplumlar
Bence her halükarda bürokrasinin insan eliyle yönetilen yapısı, teknolojinin acımasız ilerleyişine karşı direnemezdi. Verimsizliğe savaş açan sağ popülist liderler olmasaydı bile yapay zeka ve otomasyon dalgası önüne çıkan her şeyi silip süpürecekti. Önce memur maaşları azalacaktı. Devamında kamu sektörü cazibesini yitiren bir alan olarak gözden düşecekti. Kamuda çalışan insan sayısı azalsa dahi şahsen teknolojinin bürokrasiyi yok etmeyeceğini yalnızca suretini değiştireceğini düşünüyorum. Devletin hantal yapısı yerini algoritmalara, otomatikleştirilmiş karar mekanizmalarına bırakacağı bir gelecek hayal ediyorum.
Bir optimist olarak argümanlarımda bolca determinizm bulunduğunun farkındayım. Zaten bazı indirgemeci fikirleri kullanarak bir deneme yazmaya çabaladım.
Bizler, insan olarak makinelerin hızına yetişmek için değil; Sartre’ın deyimiyle kendimizi aşmak için var olan hür canlılar olduğumuzu nesiller boyu kanıtladık. Teknolojinin ötesinde, insanın insana koyduğu sınırları kaldıracak bir sistemin nasıl olacağını tartışmamız gereken günlerin çok da uzak olmadığına inanıyorum.
Vorga Can’ın kaleme aldığı şu köşeye de göz atın: Yapay zekaya karşı hınç: Köle ahlakından dijital çağ endişelerine